Usta Birliği

Usta Acemi Akçakale'de.. Güya ustabirliğine geldik. Hala acemiyiz. Acemi gel-git. Otları temizle, servis aç. Her ne kadar ilk 2 gün sürekli televizyon izleyerek geçse de, acemisin acemi

İlk göz ağrımda güzel gelişmeler de oldu. Bileti olduğum Yazıcı Fatih harika bir insan ve dost. (Bilet: Asker dilinde, teskeresine az kalan kişinin yerine geçecek kişiye verilen isim. Gelir gelmez biletimi istemiş olmasından, bunun böyle olduğunu anladım.) Ayrıca ilk kez bir revirciyle iyi anlaştık. Hemşerim Selim (Abi) yaşlarımız aynı ama, o kel, daha yaşlı duruyor. 

Panik atak yine başıma bela. Yan tarlaya yangın sıçradı, ben bir şey yapamadım. Adam yani komutan tembellik yapıyorum sandı, enseme vurdu. Beni anlayınca ise özür dilemek amacıyla olsa gerek daha iyi davranmaya başladı. Bu askerlik bitene kadar panik atağımı yeneceğim, başka çaresi yok. Sinirlerim boşaldı, gözümden yaşlar döküldü. Uzmanın verdiği sigara değil de, hasret gözyaşları beni bana getirdi.

Tam her şeye ve herkese alıştık derken Suruç yolu gözüktü. Akçakale’yi her şeyle birlikte çok sevdim. Yeniden buraya dönmek için, içimden durmadan dua ettim.

Ha unutmadan, yazıcılık imtihanında ilk yazdığım rapor, teslim ettiğim cep telefonu için tutulan rapor oldu. Acaba bundan sonra da kendimle ilgili rapor tutacak mıyım, bilmiyorum ama bu rapor sayesinde sınavı geçtim. Yazıcı olacağım kesinleşti, Suruç dönüşünde.

16-25/06/2006 SURUÇ GÜNLERİ

Önce bölük şimdi ise taburdayız. Hala yerimiz yurdumuz yok. Dağıtılmak üzere buraya geldik. Buranın en sevindiğim yanı, acemilikten çok sayıda arkadaşımın da burada olması. Ersin, Hafız, Salih ve Gençler Grubu. Acemi birliğinde, askerliğe zamanında gelen grubun ismi Gençler Grubu. Arkadaşlarımızın çoğunluğu 25 yaşın üzerinde olduğu için onlara bu ismi verdik.

Çok iyi moral oldu. Zaten burada iyi olan tek şey bu denilebilir. Yüzüne üfüren sıcak rüzgar, ortalıkta gezen ve birlikte yemek yediğimiz köpekler, aşırı derecede üstlerden gelen baskı, eli sopalı, kaşları çatık insanlar. Psikolojiyi mahvetmek için sabah KALK KALK korosuna çıkmış, dengesiz insanlar. Ve iş yapmaktan çok bunlarla uğraşmaktan yılmış ben.

Bugünlerde 5 kitap bitirmişim. En doğru olanı yaptığımı düşünüyorum. Yapılabilecek daha iyi bir şey yoktu zaten.

Efor testinden kaldım. 17-9 Spor, beden eğitimi izinliyim. Israrla öğrenmeye çalıştılar ama bilgisayar bildiğimi söylemedim. Burada kalmak mı, Allah korusun…

HASTANE YOLLARINDA BİR ASKER…

Askerde, hastaneye gitmek de sanıldığı kadar kolay değil. Öncelikle merkezde tüm bölüklerden askerler toplanıyor, akabinden ise hep birlikte otobüsle Diyarbakır yoluna birlikte gidiliyor. Biz de öyle yaptık.

Sabahleyin çok yorulmuştuk, ancak gece uyuyamadık. Bunun sebebi sabaha kadar erinmeden horuldayan bir ihtiyar. Ama yine de gün gayet güzeldi. Saat onikiden üçbuçuğa kadar deliksiz uyku, açlığa rağmen. Ve 12’den sonra hiçbir iş yapmamanın mutluluğuyla hoş bir gün geçirdik. Sanki burada misafir gibiydik, taburdaki günleri düşününce…

Hasta sevkçi gruptan, çok sevdiğimiz Ersoy Çavuşun hemşerisi Erkan ve Kayserili hemşerim ile tanışıp sohbet etme imkanımız oldu. Hatta sadece sohbet değil, ticaret için de gerekli ilk adımları attık, her ne kadar sonuçlanmış olmasa da. Ve bol bol gazete okuduk. Sanki yıllık izinde veya tatilde gibiydik. Bugünü unutmak zor olacak, galiba.

Hastaya saygı esastır, tabii ki normal şartlar altında. Sevk için geldiğimiz alayda, alay edilir gibi bir tavırla karşılaştık. Fırsat bu fırsat diyerek, hasta olmamıza da pek önemsemeden iş yaptırmaya devam ettiler. Nöbetçi çavuş çok entresan bir kişilikti. Askercilik oynamayı sever bir yapıya sahip bu insan, önce niye yemek yemiyorsunuz, buyurun yemek yiyelim dedi, sonra da iş yapmamızı istedi. Aklınca oyun oynuyordu, sonradan öğrendiğimize göre eski günlerini unutmuş. Askere geldiğinde hudutta görev yapmakta iken, sonradan alaya gelmiş.

Masaları ve yerleri 3 kişilik bir ekiple temizlemişken, bu kez de bulaşık yıkamamızı istediler. Benim gözüme baktıklarında, “Yıkarım ama, bulaşıkların üzerine kusarsam kötü olmaz mı, nefes darlığım var.” Diyince bir şey diyemedi, hepimizi birden hür bıraktılar. Ama, ağaçlık bir alanı tırmıkla tertemiz yapma görevinden kurtulamadık. Ekipteki arkadaşlarımızın özellikleri şu şekilde; biri mide fıtığı, biri normal fıtık, biri akciğerinden dolayı hava değişimi almış 3 insan. Neyse o işi de hallettik, akabinde ise polemiğe girmemek için tost ve puaçaya talim ettik.

Daha da trajikomedileri hastaneye gittiğimde yaşayacağımı bilmiyordum. Yol boyunca uyumayı tercih ettim. Çünkü; zor bir gün beni bekliyordu.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Usta Birliği Anıları - I

Askerimiz acemi birliğinin akabinde 1 haftalık dağıtım izninin ardından usta birliğini yapmak üzere Şanlıurfa’ya gidecekti. Usta birliği ne demek bilmeyen askerimiz, dağıtım izniyle ilgili duygu ve düşüncelerini şu şekilde aktarıyor.

Biz de o zamanki duygu ve düşüncelerini aktarırken kullandığı cümleleri hiç değiştirmeden sizinle paylaşıyoruz.:

Özgürlük güzeldi. En güzeli de eşim ve kızımla zaman geçirmekti. Kızımı daha şimdiden özledim, eşimi de.. Ama, hasret bir aşkın koruna gelen rüzgar gibi. Ateşi körüklüyor,  güçlendiriyor. Ben de zaten sevdiğimi biliyordum ama, başka bir duygu işte.

Şanlıurfa seyahati olaylı başladı. Saat 23.00 yerine gündüz 11.00 bileti almışım. Akrabalara da gece 11 demiştim. Oysa gece otobüsü 00.00’daymış. Ama bu da iyi oldu. Biletimi değiştirdiler. 1 saat daha kazandım. Kızımla biraz daha vakit geçirecek olmak ne güzel. Sanki Azrail ile pazarlık gibi bir şey. 1 saati daha ailemle birlikte geçirdim. Herkes çok üşüdü ama ben onlarla beraber olmaktan gayet mutlu idim.

Bu arada Behram da geldi. Sağ olsun insan sevenini böyle günlerde daha iyi anlıyor. Biliyor, fark ediyor.

Hep derlerdi, askerlik insana çok şey öğretir diye. Gerçekten öyle. Bugüne kadar hep batıya doğru seyahat ettik. Türkiye’nin yarısın fark ettik. Diğer yarısındaki güzelliklerin farkında olamadık. Şimid fark etmeye gidiyoruz. Yıllar önce HT-Web Bölge Koordinatörü Ahin GÜNEŞ ağabeyimin avdetini de kabul etmiş olacağım.

Sıcaklığı dışınad herşey çok güzel diyorlar.  Allah yardım eder, şüphe etmemek lazım. Bakalım neler olacak.

Benim saatim 00:17 Başlamak bitirmenin yarısı. Yolun yarısı biti bile. Hayatımın en güzel haftasını geçirdim. Kızımla ve eşimle birlikte güzel anlar yaşadım. Bu anlar onları daha çok özlememe sebep oluyor ama bir yandan da gelecekteki güzel günlerin habercisi.

Onları çok seviyorum. Yol boyu uyumayı tercih edeceğim. Zor anlar beni bekliyor. Güç depolamak lazım vesselam.

Askerimiz, düşüncelerle dolu yolculuğun ardından Şanlıurfa’ya gelmiş, görev yapacağı bölüğe yerleşmiştir. Bölüğündeki ilk günlerde, yine fırsatını bulur bulmaz kalem sarılan askerimiz şu düşüncelerini paylaşıyor, bizimle.

Çarşambalar hep kara mı? Yıllar öncesi dostum Halil ile bir araya gelmiştik de, Kara Çarşamba demiştik. O gün bugündür, çarşambalar kara. Bugün çok gerildim, çok dolmuşum. Dokunsan ağlayacak gibi olmuştum ve dokundular, ağladım da, gözyaşlarım içime aktı…

Aslında ortada bir şey yok. Normal, askerlik halleri ama yaşlılık, hasret derken Çarşamba kara bir gün oluverdi. Başta kızdığım komutan (sonradan öğrendim uzman çavuşmuş) sonra çok iyi davranmaya başladı. Ama üstümdeki karanlığın gitmesi zaman almıştı.

Böyle durumlarda insan yazmak bile istemiyor. Sadece boş boş oturmak, uzaklara dalmak ama düşünmeden. Çünkü düşünmek böyle durumlarda insanın başını zonklatıyor, burun direklerini sızlatıyor….

Bu belirisizlikler diyarında, insan her an kaderinin ona sunacağı haritayı görmek için bekliyor. Acemilik nerede, gittiğin yer iyi mi kötü mü? Yemek nasıl? Sağlık hizmeti nasıl? Ziyaretçin gelebilir mi? Ankesörlü telefon var mı? Mı? Mi? Mu? Mü? Hep soru, hep soru. Tam bir yere alışmışken başak yer. Ankara’dan Akçakaya . (Askerimiz daha gideceği ilçenin adını bile tam bilmiyor, Akçakale yerine Akçakaya yazmış) Akçakaya’dan Suruç. Oradan nere? Belli değil. Kafa bir milyon. Bugün 16 Haziran, eşimin doğum günü. Ben ise burada, belirsizlik içinde…

Sevgili defterim, 2 gün ayrı kaldık seninle. Bugün içimden şunları yazmak geldi sana:

Hava sıcaktı ve rüzgarlı.
Her tarafta havlama sesleri ve yemek yeniyordu.
Kimsenin umurunda değildi köpekler.
Onlarla birlikte yemek yemeğe alışmıştı askerler.
Açık havada yenildiği için rüzgarın da önemi yoktu.
Ortalıkta bir çok kaba insan.
Küfür normal konuşma yerine geçmişi bile.
Ama pek umursanmıyordu.
Askerlik bu, kibar davranacak değil ya deniyordu.
Önce gelen, sonra geleni hor görüyor,
Bu da hiç yadırganmıyordu.
İlaç almanın ve hatta ve hatta
Hastalanmanın bile saati vardı burada
Gece uyanıp sayılmak da gayet normaldi.
Saygı yoktu ama saymak çoktu, koyun gibi yaşanılan bu hayatta.
Koyun gibi sayılmak niye tuhaf olsun ki, herkes bu hayata alışmıştı
Bir ben alışamadım, bir ben yadırgadım
O yüzden bendim yadırganan bu hayatın içinde…

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Hava Sıcaktı...

HAKAN TOPUZOĞLU - Hava sıcaktı. Hem de çok sıcak. Ortalıkta köpekler vardı. Bu gözler bu kadar köpeği hiçbir arada görmemişti. Karşıda saman yığını ve küçük çocuklar, tel örgülerin ardından bir şeyler söyleyip duruyordu.

Önce anlamadı, ne dediklerini. Ama sonra su ve ekmek istediklerini fark etti. Yardımseverlik duygularıyla ekmek vermek istedi, su şişesini doldurdu ama beklemediği bir tepkiyle karşıyaydı. YASAK!...

Gün öğlen olduğunda, herkes acıkmış, yemek ihtiyacı ortaya çıkmıştı. 20 kişilik gruptan, 3-5 kişi ortada idi ve bir yandan da “Hadi” naraları atan insanlar gözlemleniyordu. Karavanalarla yemek  getirilmiş, masalara servis açılmış, ancak hadi naraları kesilmemişti. Sanki sadece “Hadi” demekle görevli bir grup var diye düşünmeye başlamışken, bu çağrıya cevap veren grup, kediler ve köpekler olmuştu. Çaresiz yemeği bu hayvanlarla birlikte yiyeceğim diye aklından geçirdi, gençliğini geride bırakmış adam.

Yemek duası için beklerken, bir de bakmış yemeğin yarısı bile yenilmiş. Gittiği bölgenin yerlileri dua beklemez, her işi misafirlere yaptırır, kendileri de herkesten önce yemek yermiş. Bir süre sonra da o bölgeyi terk edip gider, bir sonra gelmiş olanlar yerli halk durumuna gelir, aynı hatayı onlar da tekrarlarmış.

Akşamları, resmi kıyafeti yerliler çıkarırmış ama misafirlere yasakmış. Kendileri şortla, eşofmanla gezer, keyif çatarlarmış. Hatta bazıları kendi işlerini yaptırmak bile istermiş.

Misafirlerin hastalanması da sıkıntıymış. Acil durum sadece ayakta durumaz halde olmak olarak değerlendirildiği için istedikleri an muayene olamazlarmış.

Düzen böyle kurulmuş, böyel devam edecekmiş. Kimse değiştiremiyormuş. Sabahları “kalk kalk kalk” diye azarlanarak uyanmak misafirlerin zoruna gidiyormuş, ama elden ne gelir diye hiçbirşey yapamıyorlarmış.

Bu ortam içinde canı sıkılan usta acemi askerimiz, belki de benden sonrakilerin bu duruma maruz kalmasının engellenmesine katkıda bulunurum diye şu yazıyı yazmış.

USTA – ÇIRAK İLİŞKİSİNE DAİR

Usta, asırlar boyu çırağına başka bir ifadeyle kendinden sora gelerek o işi yapacak olana yardımcı olmayı, bildiklerini öğretmeyi düstur haline getirmiştir.
Sadece usta değil, okulda üst sınıftakiler de aynı kaygı içinde olmuştur. Eğitim sisteminde meydana gelen değişiklikler bu denli sıklaşana kadar, kitaplar alt sınıflara verilirdi. Bir dönem sonra kapitalizm insanları kıskacına aldı ve yeni bir Pazar doğdu. 2. El Pazarı. Sonrasında ise eski itaplar pek işe yaramaz oldu. Ama bu kez de üst sınıflar, alt sınıflara sözlü yardımını esirgemedi.

Üniversitelerde geçmiş yılların soruları elden ele dolaşabiliyorsa bu bir üst sınıftaki öğrencilerin çabasıyla olmakta. Amaç, insana ve insanlığa katkı.

Şehre yeni gelen insanlara da yardım esirgenmezdi.

Velhasılı lafı uzatmaya gerek yok. Önce gelen, sonra gelene yardımcı olmak için elinden geleni yapar. O kişiyi misafir gibi görür, bilgilerini aktarır, yol gösterir.

Bu şekilde davranılmayan tek bir yer var, ne yazık ki. Orada üst devre, alt devreyi ezmek için elinden geleni yapar. Ora diye bahsettiğimiz yer ne yazık ki, ASKER OCAĞI

İşte birkaç yaşanmış olay.

1- Sabahları kaldırma görevine sahip kişi bulunmasına rağmen, üst devre sırf işkence olsun diye, 7-8 kişi birden avazı çıktığınca bağırıyordu. Acemi diye anılan, sonradan gelmiş gruptan biri “Temsilci seçin de sadece o bağırsın” dedi. Usta olarak da tarif edilen kişi, biz hepimiz birden bağırırız. Herkes kalksın dedi. Acemi, üstünlük insanlıktadır diyince, Usta tuhaf bir cevap verdi. “Burada insanlığın önemi yok, üst devre olmanın önemi var.” Acemi, ne diyeceğini şaşırdı, sustu.
2- İlk hikayedeki acemi, nöbetçiydi. Ustalara laf düşmesin diye tüm arkadaşlarını büyük bir nezaketle uyandırdı. Buna rağmen bağırmaya çalışanlar vardı. Sağduyulu bir görevli olan başka bir usta, siz kendinize bakın, adamlar uyandı zaten, dedi. Sonra gözlüklü bir usta, sen bu olaylara girme diye sağduyulu ustayı uyardı. O sırada acemi o girmese ben girerdim, dedi. Bu sözünü kavga sözü olarak algılayan gözlüklü usta, ne yani döver misin, dedi. Aceminin cevabı enteresan: Biz sorunları konuşarak çözen insanlarız. Bir sorun olunca da kanuni olarak çözeriz. O zaman da, ustalar tarafından bu acemiye “Demokrat” adı konuldu.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Alternatif Turizm Önerisi (Bu yazı yanlışlıkla bu bölümde yer almıyor... Yazıyı okuyunca neden burada olduğunu daha iyi anlayacaksınız)

Turizm firmalarından biri o yıl çok farklı bir organizasyon düşünmüştü. Zaten azalan turist sayısı, döviz kurunun yükselmesi, yurt dışındaki ülkelerde de meydana gelenekonomik sıkıntılar nedeniyle, önümüzdeki yılın turizm açısından çok da verimli olmayacağı görüşü hakimdi. Bunun üzerine bir de bakanın da turizmi geliştirmek için uykuya dalıp rüya bekler vaziyette olması işin vahametini tümden artırıyordu. Ve turizmciler proje peşindeydiler.

İşte bir turizm firması yarışma başlatmış en iyi projeyi sunan kişiye, 2 kişilik tatil hediyesini de ortaya koymuştu. Hem de 5 yıldızlı bir otelde, hiçbir masraf yapmamak üzere. Hatta cüzi miktarda da olsa cep harçlığı vereceğini bile açıklamıştı. Yeter ki bir çözüm üretelim düşüncesi vardı. AR-GE Mühendisleri de gece gündüz çalışıyor ama ortaya koydukları düşüncelerin hiçbiri beğenilmiyordu. Birkaçı denenmiş ama sonuç alınamamıştı. Umutsuzluk her geçen gün artıyordu.

Turizm Proje Yarışması deva ediyor, her gün onlarca posta ve e-posta geliyor ancak ne yazık ki hiçbiri derde deva olamıyordu.

Bir yandan da yurt dışındaki acentelerle toplantılar sürüyordu. Türkiye’deki turizm krizi demek yurt dışındaki acenteler için de kriz demekti.

Her toplantıda onlar şunu söylüyordu: Ülkenizi yanlış tanıttınız. Hep olumsuz olaylarla ön plana çıktınız. Deniz dersen her yerde var, Güneş dersen her yerde var. Sonuçta bir farklılık olmadığı sürece bu sıkıntılar sürecektir.

Türk yetkililer hak veriyor, ancak elinden bir şey gelmediği için de üzüntü yaşıyordu. Bu arada gelen bir mektup dikkat çekmişti. Yarışma kuralları arasında e-posta veya Word dokümanı çıktısı olacak şartına rağmen, el yazısıyla yazılmış bir proje vardı. Bu duruma kurulun canı sıkıldı, doğrudan elemeyi düşündü ama kurulda yer alan emekli bir profesör, yine de okuyalım önerisini sundu. Kuruldaki diğer üyeler, sırf profesörün hatırına istemeye istemeye okumayı kabul etti. Projeyi incelemeye koyuldular.

Şaşkınlık içerisindeydiler. Projenin temelindeki önerisi, turistleri kampa almak idi. Ve uzun uzun anlatmıştı proje sahibi. Mektupta şunları yazmıştı,

“Deniz, güneş, kumsal, tarihi eserler var. Yurt dışında özellikle ABD ve Avrupa ülkelerinde yaşayan birçok insan tatil denilince, kendine değişiklik arıyor. Hayatı boyunca unutamayacağı farklı olayları yaşamak istiyor. Bu yüzden de ne yaparsanız yapın, turistleri getiremezsiniz. Her geçen gün de kaybınız daha da artar.

İngiltere ve Almanya’da heyecan treni ile bilinmeyen bir yere gezi yapılınca katılan sayısı azımsanmayacak seviyede. İçeriğinin çok fazla belirtilmesine de gerek yok o yüzden. Sadece kamp diyebilirsiniz. Kuralları sıralarsınız, dikkat çekecektir.

Mektubunda şunlara değiniyordu, proje sahibi.

a) Turistleri bir merkezde toplayın. İstanbul olabilir, Anadolu’da bir şehir olabilir.
b) Orayı gezdirin ve tanıtın.
c) Daha önceden belirlediğiniz, giriş kapısında nöbetçi olan, etrafı tellerle örtülü bir yere götürün.
d) Burada cep telefonu ve radyo dahil tüm elektronik cihazları yasaklayın.
e) Programı 75 günlük veya 150 günlük olarak düzenleyin.
f) Aşçıyı, bilgisayarcıyı, kaynakçıyı, depocuyu, jeneratörcüyü, berberi, terziyi, kendi aralarından seçmelerini isteyin. Kendileri dışında personel olmadığını söyleyin.
g) Temizliği ve bulaşığı ortak olarak yapmalarını isteyin. Kişisel temizliği kendilerinin yapacağını ve çamaşırı ise kendilerinin yıkayacağını belirtin.
h) Günde en az 3 veya canınızın istediği kadar toplayın, sıraya dizin. Sağa sola dön  deyin ve sayın. Kaçmasınlar diye.
i) İçlerinden birini başkan seçin. Sayma işini o yapsın.
j) Hastalandıklarında ise 1 gün önceden randevu almalarını önerin.
k) Her birini özel odalar yerine, 35-40 kişilik odalara yatırın. Odalara klima koymayın.
l) Belli saatlerde spor yaptırın, TV seyrettirin.
m) Bir de kantin açın. Molalarda alışveriş sorunu yaşamamaları için.
n) Bir de üzerinde manken resimleri olan takvim ve rakamların yazdığı kart verin. Her geçen gün işaretlemelerini söyleyin.
o) Yatma saatini gece 10, kalkma saatini ise sabah 5 olarak belirleyin. Her günü birini yattıkları yere nöbetçi yapın.
p) Boş vakitlerinde tanışıp kaynaşmalarına fırsat verin.

Göreceksiniz, böyle yaptığınızda Türkiye’yi hiç unutmayacak ve her yıl bu etkinliğe katılmak isteyecek.

Doğayla iç içe, tüm işlerin kendileri tarafından yapıldığı, ruhlarının zenginleştirildiği, doya doya yorulabilecekleri bir ortam.

Bu ortam teknolojiden arındırıldığı için stres de o denli az olacağı için akıllarında silinmeyecektir.

Ve her yıl böyle bir ortamı yeniden yaşamak isteyeceklerdir. Bu ortam sayesinde cep telefonsuzluğu güzelliğini, hasreti ve daha birçok şeyi öğrenecekler.

Uygulayın göreceksiniz. ”

Askerimiz kendince, içinde bulunduğu ortamı bir turizm faaliyeti gibi gördüğü için bu mektubu göndermişti. Ama bu mektup kurulun kafasını çok karıştırmış, acaba böyle bir faaliyet düzenlesek mi diye düşünmeye başlamıştı…  

kaynak:http://www.hakantopuzoglu.com.tr/haber/haber_detay.asp?haberID=40

 

 

Facebook beğen
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol