Askerde Bayram

Her bayram, babamla bayram namazına gider, bayram namazında da, hocanın şu cümlesini dikkatle dinler, halime şükrederdim. Ama o cümleyi yaşayınca, o günlerde yeterince şükredemediğimi daha iyi anladım..

“Şimdi evinden uzakta, ailesinden ayrı geçirenlere Allah kavuşma nasip etsin. Onların halini düşünüp, kendi halimize ne kadar şükretsek az.” Sözleri şimdi daha da anlamlı. Çünkü, o zaman sadece dinliyordum, şimdi ise yaşıyorum.

Hayatım boyunca ilk defa ailemden uzakta bayram yaşadım. Daha doğrusu, bayram mı beni yaşadı, ben mi bayramı anlayamadım bile. Kayseri’den ziyarete gelen arkadaşım da olmasa, bayramın geldiğini hiç fark edemeyecektim.

Arefe günü ve bayramın ilk 2 günü bayramlaşma oldu. Arefe günü, üst komutanımız geldi, gelişiyle biz askerleri mutlu etti. Bayramın 1. ve 2. günü ise kendi komutanlarımızla bayramlaştık. Sağolsunlar, varolsunlar, teker teker herkesle tokalaştılar. Bayramımızı kutladılar. Aslında, askerden sonra istesek bile yaşamayacağımız bu günler, bize acı ve ızdırap verdi. Çünkü; eşimiz, çocuğumuz, annemiz, babamız, kardeşimiz, akraba ve arkadaşlarımız gözümüzde tütüyordu. Onlar olmayınca bayram bayram olur mu ki?

Eskiden, bayramınız bayram ola  diyenleri duyardım da ne demek istiyorlar diye düşünürdüm, kara kara. Şimdi daha iyi anlıyorum. Bayram geliyor ama bize bayram olmuyor. Kızıma doyasıya sarılmayınca, alıp ailecek gezmeyince, annemin-babamın büyüklerimin elini öpmeyince bayramın geldiğini anlamak zor oluyor, zor geliyor.

Bayramlar küslerin barışma zamanıdır, barışılacak kimse bile olmayınca, nereden anlayacağız ki bayramın geldiğini… Normal günden farklı gelmiyor. Aynı, adına iftar dediğimiz ailece veya dostlarla yenilince yemek, o hava yakalanamazsa nasıl akşam yemeğinden farksız hale geliyorsa, bayram da bayram havasında olmayınca, normal bir tatil günü gibi geliyor insana…

Halimize bin şükür!... Allah, temelli ayrılık vermesin, hepten ayırmasın dediğini duyar gibiyim eşimin… Öyle ya, o daha zor, bu dünyadan göçüp gitmek ve bir daha hiç gelmemek… Kendi halimiz de vahim ama, geride kalanların hali daha da vahim o zaman… O zaman hiç bayram gelmez,  hiç bayram olmaz … İftar yemekleri, boğazda düğümlenir. Oruç açmak bile istemez, insanın canı. Allah sabır versin, sevdiğinden ayrı kalmışlara… Allah sabır versin, umut versin, ümit versin, ayrılmasına rağmen, 3 ay sonra, 5 ay sonra, 10 ay sonra 15 ay sonra kavuşacaklara…

Ve kavuşmak nasip etsin… Kavuşulunca gerçek bayram da gelmiş olur.. İnsan sevdiğine kavuşursa, o an bayramdır işte… Kızımın elinden tutsam, bağrıma bassam, eşimle göz göze gelip, sevdiğimi söylesem, annemin-babamın elini öpsem, yeğenlerimi sevsem gezdirsem, o gün bayramdır işte…

Öyle, böyle… Bayram tadında olmasa da, bir bayramı daha geride bıraktık.. Allah, nice bayramlara sevdiklerimizle kavuşmayı nasip etsin…

Saygılarımla…


25 Ekim 2006 - www.acikgazete.com

----------------------------------------------------------------------------------

kader denilen tepeye isyan bayrağının çekildiği sabahtır..

yamulmuyorsam ocak ayı ortaları. askerliğin bitip, sivil hayatın başlayacağı hayallerin kurulduğu sondan ya 40. gün ya da 45. bitmiş yani askerlik.

uzun zamandır kafamı meşkul eden soruydu esasında bu. "ulan 40-45 gün kalmış, gitsen
* en az 10 gün şafak geri tepecek. gitmesen, artık zûll olmuş, kahır olmuş çekilmiyor. iki ucu boklu değnek, öyle bir paradoks içindeydim. 

netekim; "gitmiyorum ulan" dedim. gitmedim..

askerliğin hiyerarşi sıralamasında, "er" olarak ulaşılacak en üst mertebesi olan "dede" apoleti omuzlarımda, kışlanın içinde ayak basmadık yer bırakmamak adına koridorları arşınlıyor, garip garip hayallere dalıyordum. dalıyordum zira, ertesi gün bayram sabahı. birazdan mesai bitecek, subaylar evlerine gidecek ve o zalim garnizon benim adına "hasret" dediğim gemiye sabaha değin yüklenecekti. 

efkârın dibine dibine vuran ben, sakladığım cep telefonuma kavuşacak sevdiklerimle görüşmeye gizlice başlayacaktım. öyle de oldu..

akşam, saat 19:30 suları..

ben ve babam.

+ alo baba
- oğlum. nasılsın oğlum. ah benim oğlum ah.
(gülüşmeler)
+ iyiyim baba sen nasılsın. bizimkiler nasıl?
- biz iyiyiz oğlum. seninle berbaer gün sayıyoruz. az kaldı oğlum bitirdin, bitirdin.
+ bugün kütahya'daydım ben.
- nasıl? kütahya'ya mı gittin?
+ yok yaw. plaka plaka. 43 yani şafak.
(gülüşmeler)

vel hasılı, bayram muhabbetine ne babam girdi ne de ben. boğazımda bir yumruk gibi tıkandı kaldı cümleler. zorla "sesli tebessüm" ettim. babam da. kapattık.

koğuşa geldim. 2-3 tane torun "izne" çıkıyorlarmış 10'ar gün. nasıl koydu, nasıl koydu. ama hiç çaktırmadan; "vayy avyy.. kızlara selam söyle toruuunnn" dedim. ne skime dedim ben de bilmiyorum. eziklik işte.

"a.selam" dedi. "eyvallah" mahiyetinde tebessümle beraber, gözlerini de kısarak aşağı doğru kısa ve net bir hareket yaptı kafasıyla.

sigara üstüne sigara o gece. nihayetinde yattık, uyuduk..

sabah 07:45.. 

benimle beraber aynı şafağa sahip tertibim;

+ beysar! beysar! oğlum beysar kalk amk. 
- %!?
+ bi sen kaldın koğuşta. yüzbaşı 8:00'de içtima olacak.
- siktirlan! (dedim ve yorganı kafama çektim)
+ olm kalksana!? gidiyom ben. n'pıyosan yap.

bekledim biraz. hakketen gitti ipne. saate baktım 10'dk var 08:00'e. haraketleri ferrari'ye bağlayarak, botların bağcıklarını paçadan içeri atarak, son düzlükte sprinte kalkan atlar gibi içtima alınacak alana girdim. resmi sonuçları varış hakemleri verecekmiş.

neyse,

en arkadaki yerimi aldım. yüzbaşı geldi, içtima yapıldı. eksik gedik ayva erik tamamlandı. yanındaki asteğmene gözleriyle siktir çekip uzaklaştıran yüzbaşı, başladı gönülleri sıka burka konuşmaya..
*
 
- anneniz babanızdan uzaksınız bu bayram sabahı. ama olsun siz türk askerisiniz. türk askeri uyumaz sıçmaz sevişmez. hasret dediğiniz tez geçer. biz de sizin babanız sayılırız. isteği olan konuşmak isteyen hiç çekinmeden gelebilir...

cila tadında bi konuşmaydı. ama o konuştukça gözler kızardı. gözler kızardıkça duygular yoğunlaştı. duygular yoğunlaştı yüzbaşı konuştu.

-eeeh eytere bea-

diyemiyorsun, içinden fırtınalar kopuyor.. 

hazır ol duruşunda sessizce ağlıyorduk amına koyayım. yaklaşık 10'dk konuştu. yetti.

son olarak;

- "çocuklar, görevi olanlar görevleri başına. diğerleri ıstirahat edebilir." dedi. arkasını dönüp gitti.

bak şu sahneyi çok net hatırlıyorum, kimse istifini bozmadı, bozamadı. ağlıyorduk zira. erkekliğe bok sürdürmek istemiyorduk. saniyelerce kıpırdayamadık. kaldık öylece.

sonra dağılmalar başladı. herkesin kafası önde, götünden bir iş bulup o tarafa doğru haraket etti. darmadağın olduk. ben de çaktırmadan yeşillikler arasında kayboldum. ağladım zırladım açıldım. sonra kafayı kaldırdım kim nerde diye? 

hehe

evet, kafayı kaldırıp kim nerde diye bakan arkadaşlara denk geldim. akşam ettik. bayram ettik.

hülâsa,

zordur demişlerdi, askerde bayram sabahı. zira, kader denilen tepeye isyan bayrağının çekildiği sabahtı..

(beysar, 26.04.2011 16:43)




 

Facebook beğen
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol